Ana Sayfa
  OKULUMUZ HAKKINDA
  GÜNLÜK ÖDEV
  ÖĞRENCİLERİMİZİ TANIYALIM
  ÖĞRETMENİMİZ
  RESİM GALERİSİ
  OKUMA METİNLERİ yeni
  GÖRSEL SANATLAR
  Sınıf İçi Çalışmalarımız
  ÇİZGİ ÇALIŞMALARIMIZ
  KIRMIZI İMZA
  SINIFIN EN' LERİ
  HİKAYELER
  YEŞİL KUTU
  EKO - OKUL
  EKO - TiM yeni
  İletişim
  Ziyaretçi defteri
  ANKETLER yeni
kenan@yasar.com
Sitenizesayac.com VAN GÜNDEMİ
HİKAYELER

KURT İLE TİLKİ                    Gifler | Hareketli Resimler | Hayvan Gifleri  

BREMEN MIZIKACILARI


ÇİÇEKSİZ OVA      


ÇİRKİN ÖRDEKGifler | Hareketli Resimler | Hayvan Gifleri

KELOĞLAN VE SİHİRLİ TAŞ        http://www.sanatolia.com/foto.htm





REMEN MIZIKACILARI 
 

 

        Bir zamanlar, yaşadığımız zamandan çok önceleri dürüst, çalışkan bir çiftçinin yaşlı bir eşeği vardı. Çiftçi eşeği çok gençken satın alıp çiftliğe getirmişti. O günden sonra eşek, çiftçi için çalışmaya başladı. Çiftçi, tarlasında bahçesinde ekip biçtiği ürünleri satmak için pazara giderken ona yükler, kışın diğer hayvanların ve kendi yiyeceğini, kışın yakacağı odunu ormanda keser ona taşıttırırdı. Eşek sahibine yıllarca hizmet etmiş, kendisinden ne istenirse yerine getirmişti.
        
Aradan yıllar geçti, doğadaki birçok canlı gibi eşekte yaşlandı. Günden güne güçten kuvvetten kesilmeye başladı. Artık eskisi gibi sırtına yüklenen yükleri taşıyamıyordu. Hemen hemen hiç işe yaramıyordu artık.
        
Gün geçtikçe, çiftçi onun iyice yaşlandığını ve artık eskisi gibi işine yaramayacağını anladı. Bu duruma da canı fena halde sıkıldı. Eşek hiç bir işine yaramıyordu, ama çiftçi onu hala besliyordu. Eşeğe bakıp, beslemek gitgide ona ağır gelmeye başladı.
        
-Artık hiçbir işe yaramıyor. Boşu boşuna yem yiyor. Ne yapsam da bu eşekten kurtulsam, diye düşünmeye başladı.
        Yıllardır bu çiftlikte yaşayan ve sahibini iyi tanıyan eşek, onun kendisine bir kötülük yapmak istediğini sezmekte gecikmedi. Hatta bir gün pazardan dönerken kasapla konuştuğunu görünce çok 

istersen, bizimle Bremen'e gel. Biz çalgıcı olmak için oraya gidiyoruz da. Siz kedilerin mırıl mırıl güzel türküler söylediğini bilmeyen yoktur. Böyle güzel türkü söylendikten sonra, neden aramıza katılmıyacaksın?
        Kedi, eşeğin bu önerisini sevinçle kabul etti ve onlara katıldı. Böylece eşek, köpek ve kedi Bremen'e gitmek üzere birlikte yürümeye başladılar. Bir süre sonra bir çiftliğin önüne geldiler. Bir horoz, çiftliğin bahçe kapısının üzerine çıkmış, uzun uzun ötüyordu. Üç arkadaş, hemen horozun yanına yaklaştılar.
 
   
 
  
 Çiçeksiz Ova
 
Bir zamanlar yemyeşil ovaların baharla şenlendiği, herkesin gitmek isteyip basmaya kıyamadığı güzel mi güzel, yeşil mi yeşil bir ova varmış. Bu ovanın adı çiçeksiz ovaymış. Çiçeksiz ovanın yemyeşilliğini bozan tek kusuru da bu adındaki sorunmuş. Yani çiçeksizmiş bizim güzel ova. Belki de dünyanın hiçbiryerinde olmayan öyle güzel, öyle yumuşak çimleri varmış ama, bu çimenleri taçlandıracak çiçekler yokmuş. Etrafı dağlarla çevrili güzelim ovanın tek üzüntüsü de buymuş. Çevresine bakınır "neden benim de altın gözlü güzel yüzlü çiçeklerim yok" diye hayıflanır dururmuş. Dağlara, bulutlara, üzerinde uçan kuşlara sorarmış, hiç biri kulak asmazmış sorularına. Birgün küçük bir serçe zıp zıp zıplarken üstünde ona sormaya karar vermiş ova.
-Küçük serçe dinlesene beni!
Küçücük minicik serçe bu çınlayan sesin nereden geldiğini anlayamamış önce sonra farketmiş ki altındaki yeşil halı misali ova dile gelmiş konuşmakta,
-Sen konuşabiliyor musun? diye merakla sormuş ucubucağı görünmeyen ve kendisine göre çok ama çok büyük olan bu arkadaşa
-Tabii, demiş ova, sen nasıl konuşabiliyorsan ben de öyle konuşabiliyorum. Aslında biliyor musun çevremizdeki herşey konuşur ama, çoğunlukla biz duymayız, çünkü dinlemeyiz.
-Doğru, demiş serçe, bunca zamandır üstünden gelir geçerim seni hiç duymamıştım. Ama bugün karnım açtı ve küçük bir solucan bulabilmek ümidiyle kondum üzerine, onun için kulak vermiştim sana.
-Haklısın, demiş ova, çoğunlukla birşeyler beklediğimiz zaman dinleriz karşımızdakini, üzerime konman çok iyi oldu küçük kuş benim de sana soracağım birşey vardı ama önce karnını doyurmalı, bak hemen arkanda bir solucan var şimdi afiyetle ye onu da sonra konuşalım benim derdimi.
Minik serçe gerçekten de bir iki zıplama ötesinde görmüş küçük solucanı ve hoop afiyetle indirmiş midesine. Sonra dönüp yeni dostuna teşekkür etmiş.
-Gerçekten çok oldu bu kadar lezzetlisini yemeyeli, haydi anlat bakalım şimdi derdini,
Ova önce derin bir iç geçirmiş
- Biliyor musun serçecik benim hiç çiçeğim yok, etrafta birsürü dağ ova var hepsi bayram yeri gibi ama benim sadece yemyeşil çimenlerim var tek bir çiçek yok üzerimde bu rengi şenlendirecek, demiş.
Serçe bakınmış, gerçekten daha önce hiç dikkat etmediği bir şekilde çiçeksiz olduğunu farketmiş ovanın. Ama bunu ona söyleyip daha fazla üzmek istememiş yeni dostunu.
-Evet haklısın belki çiçek yok ama ömrümde gördüğüm en güzel yeşile, en yumuşak çimene sahipsin sen, demiş.
-Çok iyisin minik kuş bunu ben de biliyorum, sakın çimenlerimi ve bu halimi sevmediğimi sanma ama ne olurdu çiçeklerim de olsaydı, ne olurdu birtanecik de olsa şöyle güneş yüzlü bir papatyacığım olsaydı.
Yeni arkadaşının üzüntüsünü anlayan ve bu sorunu çözmeye karar veren kuş,
-Bak şimdi gidiyorum ama yarın güneş doğarken geleceğim sana ve yanımda bir sürpriz getireceğim, diyerek uçup gitmiş.
Ova bu küçük kuşun kendi büyük derdi karşısında sıkılıp, çaresizliğini yüzüne vurmamak için kaçtığını düşünmüş. "Eh, demiş kendi kendine, sen koskoca ova yüzyıllardır derdine bir çare bulamadın da bu minik kuş mu bulacak sana deva" diye alışkın olduğu hüzünle dalıvermiş gecenin içine. Karanlıkta herşeyi unutup uykuya dalarmış ova. Gece onun tüm sıkıntılarını yokeder, kucağında uyuturmuş. "Hem, dermiş, çiçeklerim olsaydı bile gece görünmezlerdi ki" böylece gece daha rahat eder, kendini bu şekilde teselli edermiş.
Sabahın ilk ışıklarıyla serçenin sesini duymuş ova birdaha yanına hiç uğramayacağını düşündüğü küçük arkadaşı gelmiş üzerine konmuş,
-Benim güzel dostum, yeşil ovam hadi uyan demiş.
Hayatı boyunca hiçkimse ona böyle seslenmediğinden bu sözler karşısında her zamankinden farklı uyanmış o sabah, gülümseyerek, aydınlanarak başlamış güne.
-Bak, demiş serçe, bak sana kimi getirdim, benim en iyi dostumu, kanatlarıma dolarak uçmamı sağlayan yorulduğumda yavaşça kucaklayan, en büyük desteğimi, rüzgar'ı getirdim. Senin derdine bulursa o bulur çareyi. Benim bildiğim çiçek dolu heryere tohumları o götürmüş, o saçmıştır. Biryerden topladığı tozları, başka yerlere tohum edip aynı renkleri oraya da bulaştırmıştır.
Ova biraz kırgın, biraz mahzun seslenmiş rüzgara;
-Ey dağları taşları dolaşan, herşeyi savuran rüzgar, bu küçük serçenin dostu, doğanın taşıyıcısı rüzgar, heryeri çiçeklendirdin, rengarenk boyadın da beni niye renksiz bıraktın böyle.
-Ah güzel ova, ah yeşil ova, demiş rüzgar en üzgün sesiyle, bilmez miyim ben seni, ne güzel ne serin olduğunu, nasıl çiçeklere layık, ne zarif ve asil olduğunu, ama sen de bilirsin ki, dört yanın yalçın dağlarla çevrilidir, sanki sıkıca sarmışlardır etrafını, kucaklar gibi, ve öyle serttir ki kayaları sana tohum getirmeme izin vermezler. Ama dün serçe bana seni anlatınca, sevgili yağmura gittim, anlattım derdini, şu arkadaki dereden yardım istedik bulduk çareni,
Yalnızlığının ömür boyu süreceğini düşünen ova kendisi için bunca varlığın elele verdiğini düşününce sevincinden çıldıracak gibi olmuş
-Peki demiş peki nasıl yapacaksınız bunu nasıl çiçeklendireceksiniz beni,
Rüzgar demiş ki: -Dere başladığı yerdeki çiçek tohumlarını alacak senin için, güneşe dereyi buharlaştırırken tohumları da taşıyacak gökyüzüne yağmur alacak tohumları ben de bulutların senin üstüne gelmesini sağlayacağım. Böylece yağan yağmurla birlikte tohumlarda karışacak toprağına. Sen de kısacık bir zaman sonra çiçekleneceksin.
Ova sevincinden deliye dönmüş , hem artık çiçekli olmanın hem de yalnız olmadığını bilmenin sevinciyle daha önce olmadığı kadar mutlu olmuş.
Hemen işe koyulmuş bizimkiler. Dere tohumları almış, güneş derenin suyunu buharlaştırmış, bulut yapmış, bulutları taşımış rüzgar ovanın üstüne, yağmur olmuş yağmış bulut tohumlarla birlikte. Toprağına karışmış ovanın. Birkaç gün sonra ova rengarenk çiçeklerle altıngözlü papatyalarla dolmuş
Derler ki dünyanın en mutlu ovası olmuş. Çiçekleri ve dostlarıyla birlikte... 



Kurt ile Tilki
Bir varmış bir yokmuş, bir çölde bir tilki varmış. Aklı fikri tilkilikte, kafasında binbir tilkiyle dolaşırmış.Otura kalka dolaşa dolaşa, bir gün çölü bitirmiş bir bayırın kıyıcığına gelmiş.Tam adımını atmış artık bayırlı olacak, bir de bakmış karşısında kocaman bir kurt. Tilki hafifçe titremiş ama hiç bozuntuya vermemiş, olduğu yerden seslenmiş:
-Bu çölün bittiği yerde ve bu bayırın başladığı taşın dibinde benden başka canlının olduğunu bilmiyordum. Ah sizi burada gördüğüme nasıl memnun oldum. Tilki bakmış kurt hiç tepki göstermiyor, rahatça girmiş bayıra daha çok yaklaşmış kurda. Gel kurt dost, dost olalım demiş. Kurt buna da itiraz etmemiş, dost olmuşlar.Birlikte gezmeye başlamışlar.
Gezerlerken gezerlerken, içi yağ dolu bir testi bulmuşlar. Kurt atılmış: -Gel tilki dost, bunu yiyelim, hemen bitirelim.
Tilki: -Olmaaz demiş yok dost, onu yalnız yemeyelim. Yağla birlikte atıştıracak, yağın tadına tat katacak bir şeyler daha arayalım. Bak o zaman bu yağı yemek nasıl keyifli olacak. Keyfimizi herkese anlattığımızda, torunlarımız bile kıskanacak. Hoşuna gitmiş kurdun bu fikir. Yağlı testiyi olduğu yere bırakıp başka yiyecekler aramaya gitmişler. Tilki, kurt ile birlikte bir süre dolaştıktan sonra, bir bahane ile onun yanından ayrılıp doğru testinin yanında almış soluğu. Testinin yağını yalayıp kulpuna kadar getirmiş. Sonra dönmüş başka yerlere gitmiş. Döndüğünde kurt, testinin başında beklemekteymiş. Tilki, hafif endişelenmiş., kurt acaba şüphelendi mi diye, ama bakmış yalnızca avlanamamaktan dertli, içi rahatlamış; sonra sormuş, sanki hiç anlamamış:
-Kurt dost, bir şey bulabildin mi? Kurt üzgün: -Hayır demiş bulamadım. Peki sen bulabildin mi? diye merakla eklemiş. Bunun üzerine tilki: -Yok kurt ağa, hiçbir şey bulamadım. Yalnız Kulp Zenginler, yardım için aş dağıttılar. Karnımı orada doyurdum da geldim. demiş. Ertesi gün yine yiyecek aramaya çıkmışlar. Fakat tilki yine kurdun gözünü boyayıp testinin yanına dönmüş, yağı yalayıp ortasına kadar yutmuş. Bir süre sonra kurt gelip merakla sormuş:
-Birşey bulabildin mi? Tilki: -Yok demiş nerdee. Ben de senin gibi birşey bulamadım bugün de. Ama Orta Zenginler çadır kurdular. Karnımı o çadırda doyurup döndüm. diye eklemiş. Kurt yine hiçbir şeyden şüphelenmemiş.
Ertesi gün yine yiyecek aramaya çıkmışlar. Tilki yine fırsatını bulup kurttan önce gelmiş, yağlı testiyi, yıkanmış gibi yalamış kenara bırakmış. Bir süre sonra kurt geldiğinde: -Birşey bulabildin mi? diye hiç sıkılmadan ağzını aramış. Kurdun cevabı ise aynıymış.: -Ben birşey bulamadım, ya sen ne yaptın?-Ben de birşey bulamadım. Yalnız Dip Zenginlerinin düğünü vardı. Karnımı orada doyurup geldim.
Bunun üzerine kurt, artık pes etmiş: -Tilki dost, yiyecek araya araya yorulduk. İyisi mi şu testideki yağı yiyelim. Eski gücümüze, kuvvetimize dönelim. Sonra yeniden av ararız. demiş, tilkinin birşey söylemesine fırsat bile vermemiş ve testiyi alıp açmış. Bir de bakmış ki testi bomboş.
Kurt çok kızmış, dönmüş tilkiye: -Bunu sen yedin demiş. Ama tilki yüzsüzlük etmiş, yediğini kabul etmemiş: -Kurt dost, benim yememden korktuğun için sen yedin demiş. Kurt sinirinden ne diyeceğini bilememiş, sesinin tonunu yükseltmiş: -Hayır ben yemedim, sen yedin. Çabuk yağı bul diye bar bar bağırmış. Bir bağrışmadır başlamış. Kurt haklı olduğu için kızıyor, kendine yöneltilen suçlama onu çileden çıkarıyormuş.
Sonunda: -İyi niyetimden yararlandın. Ama şimdi oyununu anladım. Testideki yağı kulpuna getirince Kulp Zenginleri aş dağıttı dedin. Ortasına getirince Orta Zenginler çadır kurdu dedin. Yağı bitirince de Dip Zenginlerinin düğününden söz ettin. Böylece, aklınca bir de benimle alay ettin. demiş. Ama tilki yaptığını kabullenmemiş. Derken güneşin altında yatıp, karınlarını güneşe vermeyi kararlaştırmışlar. Kimin karnından yağ çıkarsa, yağları o yemiş olacakmış.
Kurt kendinden emin ya boylu boyunca uzanmış. Güneşin verdiği rehavetle az sonra uyumuş kalmış. Tilki ise karnından çıkan yağları kurdun karnına bir güzel sıvamış, kaçmış. Kurt uyandığında, karnını yağ içinde bulunca, üstelik tilkinin kaçtığını anlayınca, neredeyse çıldıracakmış.
Gökten üç elma düştü. Biri bana, biri sana, biri çevresinde dönenleri anlayanlara.


 ÇİRKİN ÖRDEK

Çalıların içinde bir ördek kuluçkaya oturmuş yumurtalarını bekliyormuş. Uzun süredir tek başına oturmaktan sıkıldığı için yumurtaları çatlar çatlamaz sevinçle vaklayarak üzerlerinden kalkmış.
Artık çiftliğe dönüp oradikelere yeni ailemi gösterebilirim! diye düşünmüş. Hepsi tam mı diye, cik cik öten yavrularını saymaya başlamış. Yo, olamaz! demiş yumurtalardan birinin henüz çatlamamış olduğunu görünce.
O sırada oradan geçen bir ördek,
Yuvanda hâlâ çatlamamış iri bir yumurta var, demiş. Bahse girerim bir hindi yumurtasıdır.

Hindi yumurtasıymış, höh! O benim yumurtam, demiş anne ördek ters ters. İç çekerek yumurtanın üstüne oturmuş.
Bu son yumurta da çatlayınca içinden iri, çirkin bir ördek yavrusu çıkmış. Anne ördek bu yavruyu görünce onun çirkinliğinden biraz utanç duymuş.
Neyse ki diğer yavrularım güzel,
diye düşünmüş ve artık daha fazla vakit kaybetmeden çiftliğe gitmek istediği için yavrularını peşine takarak suya girmiş.
Çirkin olanı hiç olmazsa iyi yüzüyor, demiş anne ördek kendi kendine. Öyleyse hindi olamaz. Çünkü hindiler yüzemez. Belki büyüdükçe güzelleşir. Belki bir süre sonra da büyümesi durur.

Ne yazık ki tam tersi olmuş. Çirkin Ördek giderek daha da büyümüş ve diğer ördeklerden daha da farklılaşmış. Çevresindeki hayvanlar onu hiç rahat bırakmıyor, onunla hep
Çirkin Ördek diyerek alay ediyormuş. Kardeşleri bile vak vak edip başının etini yiyor, Seni bir kedi kapsa da senden kurtulsak, diyorlarmış. Tavuklar onu kovalıyor, onlara yem veren kız da ayağıyla onu ittirerek yemlerin yanından uzaklaştırıyormuş.
Çirkin Ördek bütün bunlara daha fazla dayanamamış. Çitlerin üzerinden uçarak atlamış ve çiftliği iyice geride bırakıp yaban ördeklerinin yaşadığı yere gelene kadar hiç durmadan yürümüş. Fakat yaban ördekleri de onun çirkin olduğunu düşünmüşler ve onunla dostluk kurmak istememişler.
Çirkin Ördek yapayalnız ortada kalmış. Ağaç dallarıyla çitlerdeki küçük kuşlar bile onu görünce kaçışıyorlarmış.
Çirkin olduğum için kaçıyorlar,
demiş kendi kendine.
Tek başına oradan oraya dolaşmış durmuş. Bir ara, iki yaban kazıyla dost olmuş, fakat onlar da avcıları görünce uçup gitmişler. Bir seferinde de yaşlı bir kadın onu tutup evine götürmüş, ama kadının kedisiyle tavuğu,
Hem suyu seven, hem de yumurtlamayan kuş mu olur?
diyerek onunla alay edince dayanamayıp oradan da kaçmış.
Sonra mevsim değişmiş. Ağaç yaprakları sararıp solmaya başlamış. Bir akşam üzeri, güneş batarken bembeyaz tüylü, büyük ve güzel kuşlardan oluşan bir kuş sürüsü Çirkin Ördek
in tam önünden, çalıların arasından havalanmış. Uçarken dalgalanıyormuş gibi hareket eden çok zarif, uzun boyunlu kuşlarmış bunlar.
Bekleyin beni!
diye seslenmiş Çirkin Ördek, ama kuşlar kocaman kanatlarını açar açmaz gökyüzünün derinliklerinde kaybolmuşlar. Çirkin Ördek sevincinden suyun içinde bir fırıldak gibi dönmeye başlamış, sonra hızını alamayıp suyun dibine dalıp çıkmış. Boğazından çıkan garip sesler onu bile korkutmuş. O beyaz tüylü kuşları bir türlü aklından çıkaramıyormuş. Ne cins kuşlarsa onlar, onları çok sevmiş.
Kış pek uzun ve sert geçmiş. Çirkin Ördek birkaç kez ölümden dönmüş. Bir seferinde buzun üstünde az kalsın donuyormuş. Neyse ki oradan geçmekte olan bir çiftçi onu görmüş de kurtarmış. Sonunda kış bitmiş bahar gelmiş ve Çirkin Ördek uçabildiğini keşfetmiş, öyle suyun üstünde değil çok daha yüksekte, gökyüzünde.
Bir gün kanatlarının gücünü denerken aşağıda, bir derede daha önce gördüğü o beyaz tüylü kuşlardan birçoğunun yüzdüğünü görmüş. Bir an bile düşünmeden,
Aşağı iniyorum, diye kararını vermiş. Çirkin de olsam onların yanlarına gideceğim.
Böylece dereye, suyun üzerine inmiş.
Kıyıda iki çocuk beyaz kuşlara ekmek kırıntısı atıyormuş. Çirkin Ördek
i görünce hemen annelerine, Anne bak! demişler. Bir kuğu daha var orada! Bu kuğu diğerlerinden daha güzel hem de!

Çirkin Ördek çocukların ne demek istediğini anlamamış. Beyaz kuşlar arkalarına dönüp ona bakınca utancından boynunu bükmüş.
İsterseniz siz de Çirkin Ördek diye alay edin. Umurumda değil artık! demiş içinden.
Sonra, başını kaldırırken suda ilk kez kendini görmüş. Upuzun bir boynu, bembeyaz, harika tüyleri varmış.
Merhaba! demişler diğer kuğular. Hoşgeldin. Sonra hepsi suyun üstünde ona doğru süzülmüşler. Hiçbiri çiftlikteki kuşlar gibi ona alay ederek bakmıyorlarmış. Boyunlarını zarifçe eğerek, Ne kadar güzelsin,
diyorlarmış sanki.
Çirkin Ördek,
Demek ben Çirkin Ördek değilmişim. Bir kuğuymuşum! diyerek sevinçle çırpmaya başlamış kanatlarını.
 
 

KELOĞLAN  http://www.sanatolia.com/foto.htm
 VE SİHİRLİ TAS

Bir varmış, bir yokmuş. Allah'ın kulu çokmuş. Evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış. İhtiyar ve yoksul annesi, bu biricik oğlunu "Keloğlum,keleş oğlum" diye severmiş.
Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izin alıp balık tutmaya gitmiş. Belki bir kaç balık yakalarım. Anacığımla pişirir, yeriz. Aç karnımızı doyururuz" diye düşünüyormuş.
Irmağın kenarına gelip oltasını salmış. Öğleye doğru kocaman bir balık tutmuş. Pulları gümüş gibi parlak, gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu...
Keloğlan balığın pullarını kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş. Bir de ne görsün! Balığın karnı içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir sevinmiş ki sormayın. "Hem balığı götürürüm anama, hem tası" demiş.
Tası su ile doldurup balığı yıkamak istemiş. Birden inanılmayacak bir şey olmuş. Tastan boşalttığı sular altın olarak akıyormuş yere. Keloğlan çok şaşırmış. Bir kaç kere denemiş, hep altın akıyormuş tastan. "Bu, sihirli bir tas galiba. Hemen anama haber vereyim" demiş. Evlerine koşmuş.
Sihirli tasa küpler dolusu suyu doldurup doldurup boşaltmış. Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş. Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış...
Keloğlan günler sonra büyük bir saray yaptırıp oraya taşınmış. Kendisine hizmetçiler tutmuş. Sevdiği ve istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyormuş. Sonunda altınlarının çokluğu onu şımartmaya başlamış.
Gereksiz masraflara, lüzumsuz harcamalara girişmiş. "Oğlum bu işin sonu kötü olabilir" diye öğüt vermeye çalışan anasını bile dinlememiş.
"Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim..." diyormuş.
Keloğlan'ın böyle kendini beğenmesi, şımarması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış.
Herkes "Eski hali bundan daha iyiydi. Gözünü hırs bürüdü Keloğlan'ın" demeye başlamış.
Keloğlan bir gün daha çok altın elde etmek için, sihirli tasını eline alıp ırmağın kenarına gelmiş. "Suyu tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptırayım. " demiş. Gurur ve kibirle tasını suya daldırmış. Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş. Daha hızlı daha hızlı daldırmaya başlamış tası. Artık altınlardan başka bir şey düşünmüyormuş. Birden tas elinden kayıp suya düşmüş. Keloğlan onu tutmak için eğilince kendisi de ırmağa yuvarlanmış. Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta nerdeyse boğulacakmış. Binbir güçlükle kenara çıkmış. Kendisi suda çırpınıp dururken,biriktirdiği altınları da hırsızlar çalıp götürmüşler.
Artık tası bulmanın da imkanı kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş. Başına gelenleri anlatmış. Yaşlı kadın:
- Üzülme yavrum, demiş. Hay'dan gelen Hû'ya gider. Zaten, sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın. Üstelik zenginlik seni iyice şımartmıştı. Böylesi daha iyi oldu. Hiç olmazsa kendini başkalarından üstün görme hastalığından kurtulursun."
Keloğlan bu sözlerle teselli bulmuş. Anasına hak vermiş.
O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç anmamış
.
     
 
 
Zamanımız Çok değerli  
  POQbum .com Graphics  
VAN' DA HAVA DURUMU  
 
 
Bugün 5 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol